Rafta duran eskimiş büyük sözlüğü çıkarıp, parmağını dilinin ucuna değdirerek hafifçe ıslattı yaşlı adam. Sonra yavaşça, ne aradığını bilerek çevirmeye başladı sayfaları. Yaşına göre şaşırtıcı derecede iyi denebilecek bir göz keskinliğine sahipti. Bu yüzden onu izleyen birkaç kişi elinde tuttuğu kırmızıdan mora çalan, eskimiş ve bir o kadar da yıpranmış kalınca bir kitabı gözlük kullanmadan okumaya çalışmasına şaşırmıştı. Yaşlı adamın sözlüğün sayfalarını karıştırırken aradığı neydi peki? Okuduğu bir kitap onu düşündürüyor, kitapta geçen bir kelime yüzünden günlerdir sözlükleri karıştırıyordu. Bu, bilmem kaçıncı sahafta bulduğu, sayısını bile hatırlamadığı sözlüklerden biriydi. Oysa kendisi bir sözlük yazacak olsa -ki bir ara denemişti bunu ama yazmanın araştırmaktan sonra geldiğini anlayınca sözlük yazma işini rafa kaldırmıştı- yazdığı sözlüğü bitirdiğinde kendi diline ait, kimsenin bilmediği bir tek kelime bile eksik kalmayacaktı. Bu konuda bu kadar ince düşünmesi boşuna değildi,
Elimizden geldiği kadar yazma ve anlatma çabası içerisinde.